17 Aralık 2010 Cuma

İLK SATIŞIM

Bugün çok mutluyum çünkü etsy dükkanımdan ilk satışımı yaptım. Dünyanın öbür ucundan biri hazırladığım takvimi beğenip satın aldı. Umarım devamı gelir.

Bakmayın kolay gibi görünüyor ama bir ürünü yayınlanabilir hale getirmek o kadar zaman ve emek istiyor ki anlatamam. Hem çalışıp hem bu işlerle uğraşmak hemde ev işleri derken insan bazen çok bunalıyor.

Ama başardığınız zaman SÜPER hissediyorsunuz. Darısı başınıza :)

16 Aralık 2010 Perşembe

Davet Menüsü-1

1,5 senelik evli olduğumuzdan henüz eşimizin dostumuzun "hayırlı olsun, güle güle oturun" ziyaretleri devam ediyor. Devamlı farklı kişiler geldiğinden bende ayda 1 iki ayda 1 yaklaşık olarak aşağıdaki menüyü yapıyorum.

  1. Milföy Hamurundan Tavuklu Sebzeli Börek : Tam bir tarifi yok. Küp küp doğranmış tavuklar, bir kutu garnitür ile pişirilip milföy hamurlarına sarılıyor. Üzerine yumurta sarısı sürülüp fırına veriliyor.
  2. Benim Klasiğim Kısır
  3. Damla çikolatalı kağıtlı kek (İlk zamanlar Dr.Oetker'in Çikolatalı Muffin hazır un karışımını kullanıyordum. Şimdilerdeyse mutfaksırları.com'dan aldığım standart kek tarifine damla çikolata ekleyerek yapıyorum.)
  4. Kırmızı Biber Sarması : Bunun tarifini de mutfaksırları.com'dan aldım. İlk denememdi. İkiye üçe bölünen közlenmiş kırmızı biberler beyaz peynir ceviz ve maydonozla hazırlanmış iç konulup sarılıyor kürdan yardımıyla sabitleniyor. Herkes çok beğendi, tavsiye ederim. Ben biberleri közlemekle de uğraşmadım konservesini aldım. 5 dakikada hazırlandı. Hem lezzetli, hem pratik hemde gösterişli.
  5. 4 çeşit kanepe hazırladım. Esmer ekmek kullandım, cevizli ezme ve yeşil zeytin ezmesi hazır olarak alınıp ekmeklere sürüldü. Fotoğrafta üzerinde turşu ve mısır olan kanepe ton balıklı olan. Ton balığını iyice ezip (göz kararı) bir miktar mayonezle karıştırıp sürdüm. Üzerini de mısır ve turşuyla süsledim. Fotoğraftaki ikinci kanepe kaşarlı salamlı olan, yemekname dergisinden aldığım bir tarif. Şerit halde doğranmış salam ve kaşar mayonezle karıştırılıp ekmek üzerine sürülür üzeri havuç veya maydanoz ile süslenir.
  6. Zeytinli Atıştırmalık : Bu tarifi annemden aldım. Biraz uğraştırıyor ancak nefis oluyor.

MALZEMELER

2 su bard. un

150 gr katı yağ

1 çay kaşığı tuz

1 çay kaşığı dolusu salça

1 çay kaşığı kabartma tozu

1 yumurta

1/2 çay kaşığı şeker

YAPILIŞI

Bütün malzemeler karıştırılır. Yumuşak bir hamur elde edilir. Tezgah üzerinde hamur düzeltilip mantı gibi kare kare kesilir. Üzerlerine çekirdekleri çıkarılıp ortadan ikiye kesilmiş zeytinler konulup karşılıklı iki köşesi kapatılarak şekil verilir. Fırın tepsisine konup üzerine kekik serpilip pişirilir.


7. Nazlı'nın Turtası : İsminden de anlaşılacağı gibi tarifi çocukluk arkadaşım Nazlı'dan alınmıştır.

NAZLI'NIN TURTASI

KEK MALZEMELERİ

2 yumurta

4 kaşık şeker

5 kaşık un

1 çay kaşığı kabartma tozu

100 gr sana

MUHALLEBİ MALZEMELERİ

2 kaşık şeker

2 tatlı kaşığı pirinç unu

1 su bard. süt

1 çay kaşığı vanilya

ÜZERİNE

Meyve

Meyve'ye uygun jöle (tartjöle)

YAPILIŞI

  1. Yumurta ve şeker çırpılır
  2. Diğer malzemeler ile karıştırılıp yağlanmış turta kalıbına konur. Pişirilir.
  3. Muhallebi hazırlanır.
  4. Turta pişince ters çevrilir, çukur kısmı muhallebi ile kaplanır.
  5. Üzeri mevsime göre meyve ile süslenir.
  6. Meyvelerin üzeri jöle ile kaplanır.

Eveettt... Hepsi bu kadardı herhalde. Önden hafif alkol arkasından çay eşliğinde servis edilen bir menü...

24 Kasım 2010 Çarşamba

Kurban Bayramında Beypazarı Gezisi

2010 yılının son ve en uzun tatilini Ankara'da geçirdik. Bu tatil tabii ki daha iyi değerlendirilebilirdi. Ancak Temmuz ve Ekim aylarında yaptığımız tatiller nedeniyle bayramda Ankara'daydık. Tabii birde bayramda herkesin tatil olduğunu, popüler yerlere (Mısır gibi) gitmenin tatili cehenneme çevireceğini düşündüğümüzden evimizde kaldık. Evdeydik ama o kadar da evde değildik. Eşim bir banka çalışanı olarak pazartesi günü yarım günde olsa çalışıyordu, bende tatil olmanın verdiği neşeyle!! evde temizlik yapıyordum. Zaten haftasonu da bizim için her zamanki rutin de geçmişti. Cumartesi günü gittiğimiz New York'ta 5 minare filmi haricinde. İlk defa bir Mahsun Kırmızıgül filmine gittim. Gitmeseydim daha iyiydi ya... Etliğe sütlüğe karışmayan, size bildiğinizden fazlasını vermeyen bir film.

Neyse Salı günü Bayramın birinci günü her zamanki aile ziyaretleri ile geçti. Bol bol yemek yiyerek :) Çarşamba günü bir değişikliğin vakti gelmişti. Hızlı bir sabah kahvaltısının ardından saat 10:00 gibi Beypazarı'na doğru yola çıktık. Geçen senede neredeyse aynı tarihlerde kalabalık bir grup olarak gitmiştik. Ancak Ankara günlük güneşlikken Beypazarı'nda sağanak vardı. Yağmur ile kalabalık birleşince yemek yenecek yer bile bulamamıştık. Bu sefer kimseye haber vermeden atladık arabamıza edi ile büdü olarak düştük yollara. Yollar duble yola dönüştürülmüş geçen seneye göre muhteşem olmuş. 1,5 saat de Beypazarı'na vardık.

Arabamızı otoparka bırakıp Demirciler Sokağından yürümeye başladık. Sağlı sollu dükkanlara bakarak sokağın cumhuriyet caddesiyle kesiştiği taş mektebin bulunduğu küçük meydanımsı noktaya varıyoruz. Buradan sonra sokak boyunca lokantalar ve pansiyonlar başlıyor. Ara sokaklarda bir iki tane müze açılmış ancak gezmediğimiz için bilgi veremeyeceğim. Taş mektebe geri dönüp Cumhuriyet caddesi boyunca Halkevine kadar yürümeye devam ediyoruz. Bu yol boyunca da yeni yapılmış, düzenlenmiş hediyelik eşya dükkanları bulunmakta.

Bizim bu yürüyüşlerimiz ancak 30 dakikamızı aldı. Karnımız pek acıkmamış olmasına rağmen işimiz bittiğinden Taş Mektebe geri dönüp yemeğe oturduk. (Fotoğrafta bayrak asılı bina.) Hava açık ve güneşliydi. Ağaçlarla çevrili terasında yöresel yemekler menüsünden yedik. Tarhana çorbası, yaprak sarma, salata, beypazarı güveci, ayran ve en sonda baklava. Süperdi :)

Karnımızı doyurduktan sonra demirciler sokağından otoparka doğru yürümeye başladık ama bu sefer alışveriş yaparak. Tarhana, Erişte, Makarna, Beypazarı kurusu... Daha önce hediye geldiğinden yukarıdaki örtülerden alamadım ama gözümde kalmadı değil. Gümüşçüler çarşısı da aslında gezilmesi gereken bir yer. Ancak daha önceki gelişlerimizde aldıklarımız dan dolayı tekrar gezmedik...

Otoparktan arabamızı alıp dönüşe geçmeden önce Hıdırlık Tepesine gittik. Burası fotoğraftan da anlaşıldığı gibi Beypazarı'na kuş bakışı bakılabilen bir nokta.


Burada da biraz oyalanıp, birkaç fotoğraf çektikten sonra Ankara'ya dönüş yolculuğumuza başladık. Erken gitmek ve önce Beypazarı'nı sonra Hıdırlık Tepeyi gezmenin avantajını çok yaşadık. Kalabalığı ekarte etmenin en iyi yolu. Azcık daha geç (yani 12.30 da Beypazarı'nda olacak şekilde) gidip önce yemek sonra yürüyüş, Gümüşçüler de alışveriş ve en sonda Hıdırlık tepeye gidilecek şekilde bir tur en uygunu olur diye düşünüyorum. Tavsiyemi dinleyin derim yoksa açıkta kalırsınız...

6 Ekim 2010 Çarşamba

Yine Bir Tatil Dönüşü

Eşimin iş değişikliği nedeniyle bir haftalık izin kullanmamız gerekti. Bu duruma bir üzüldük bir üzüldük :) en iyisi biz yine Antalya'ya gidip kısa bir deniz tatili yapalım dedik. Aslında plan başta side'ye gitmekti ancak beğendiğimiz otelde yer kalmamıştı. Bizde ikinci en iyiye gitmek zorunda kaldık. Crystal Flora Beach Resort, Beldibi mevkiinde, Antalya'dan Kemer'e giderken ilk yerleşim noktasında. Otel fena değildi birkaç olumsuzluk yaşadık ama genel bir değerlendirme yapmak için belkide sezonda gitmek lazım.


Saat 13:45 gibi otele varmıştık. Otelin garajı dolu olduğundan arabayı otelin karşısında bulunan açık alana bırakmak zorunda kaldık. Resepsiyona geldik rezervasyonu bir acentadan yaptırmıştık. Gerekli kağıtları verdik, işlemleri yaptılar ama odamız henüz hazır değildi. Biz sizi cepten arar haber veririz dediler, siz yemeğe gidin dediler. Eşim bu duruma biraz sinirlendi çünkü saat bu arada 14:00 olmuştu, odayı vermek zorundalardı. Neyse 5 dakika sonra hala lobide otururken telefon çaldı odanız hazır dendi. Bu seferde bellboy bekledik ama hiç kimse gelip gitmedi. Resepsiyondaki hanımefendi biraz bekleyin, biraz oturun deyip durdu. En sonunda canımıza tak dedi bavulu alıp odamıza kendimiz gittik. Allah'tan oda kartını verdikleri küçük dosyacığın içinde harita mevcuttu. Odayı bulduk ve tatilimiz nihayet başlaya bildi. Yalnız oda ile ilgilide bir problem vardı, Antalya'nın nemi odanın her yerine sinmişti. Klima çalıştığı zaman pek rahatsız etmedi ama odaya ilk girdiğinizde hep aynı koku sizi karşılıyordu.

Üzerimizi değiştirip havuz kenarındaki snack bar a gittik. Birçok otelde uygulanmaya başlanan yeni konsept snack bardaki servisin açık büfe değil alacarte olarak yapılması. Burada da alacarte servis yapılıyor, siparişinizi veriyorsunuz taze taze yapıp getiriyorlar. Menüde tabii makarna, pizza, köfte, salata gibi klasikler var. Gözleme çadırı da unutulmamış. Karnımızı doyurduktan sonra denizin ve artık sizi kavurmayan güneşin tadını çıkardık.

Otelde 3 adet havuz var. 3 tane değince dev havuzlar düşünmeyin makul ölçülerde yan yana havuzlar. Biri zaten iki tane kaydırağın bulunduğu havuz diğeri otelin merkez havuzu (herşeye yakın olan ve çocuk havuzu bulunan) ama bizce en güzeli relax havuzu. Bu havuz diğer havuzların yanında olmasına rağmen gösterişsiz tek düze dikdörtgen şekilli bir havuz. Ama özelliği diğerlerine oranla daha sessiz olması, atlama, zıplama, müzik, animatör falan yok. Çoçuk da yok çünkü sıkılıp kaçıyorlar. Denizi anlatmaya gerek yok zaten.

Akşam yemeğine gelirsek, açık büfenin tamamı kapalı bölümde servis ediliyor ancak oturma alanı olarak kapalı bölüm baya küçük. Yazın kavurucu sıcaklarında dışarıda yemek yemek bunaltıcı oluyordur. Ama bu mevsim dışarısı muhteşemdi. Yemeklere gelirsek fena değillerdi. Zeytinyağlı - Salata kısmı iyiydi. Mesela her gün zeytinyağlı enginar vardı. Bir gün suşi bile yedik. Ana yemekler çok iyi değildi ama vasatta değildi. Bu mevsimde değerlendirme yapmak pek doğru olmaya bilir. Çünkü 3 .gün otel nüfusu neredeyse tamamen değişti. Bizim giriş yaptığımızda tatil yapan genç Rus turistlerin yerini 60-70 yaşlarındaki Ruslar ve Antalya'ya kongre için gelen Türkler aldı. Yemek büfesi de 6 reyondan 3 reyona düşürüldü. Tabii oteldeki tek restoran bu değil alacarte olarak servis yapan 5-6 tane restoran daha var. Tüm konaklama boyunca 1 sefer rezervasyon yaptırarak bu restoranlardan yararlanmak ücretsiz.

Bu kadar otel tanıtımı yeter, geri kalanı bildiğiniz her şey dahil sistemindeki otellerden pek farklı değil. 5 gecelik tatilimiz pek de fena geçmedi, bol bol oyun oynadık Nintendo DS Trauma Center, anlayacağınız bol bol ameliyat yaptık. Ntv yayınlarının çizgi romanlarından okuduk. Kısaca uyuduk uyandık yedik içtik dinlendik...

24 Ağustos 2010 Salı

Buğdaylı Yeşil Mercimek Salatası


İlk Yemek Tarifi Yayınıma hoş geldiniz. Bir kaç yemek blogundan benzer tariflere baktıktan sonra kendi tarifimi yarattığımı zannediyorum. Pazar günümü yeşil mercimek, buğday ve nohut haşlayarak geçirdim. Çalışan hanımlar için önceden hazırlık yapmak her zaman yararlı oluyor. Hepsinden bolca haşlayıp çorba veya yemeklerde kullanmak için büyük miktarlarını buzluğa kaldırdım. Bu nedenle de salatayı yaparken ölçü falan kalmadı, herşey sizin damak tadınıza kalmış durumda. Tarife gelirsek;

Buğdaylı Yeşil Mercimek Salatası;

Malzemeler:
Haşlanmış Yeşil Mercimek (miktar size kalmış)
Haşlanmış Buğday (yeşil mercimeğin yarısı kadar)
1/2 demet dereotu
1/2 demet maydanoz
3-4 dal taze soğan
2 domates
nar ekşisi, zeytin yağı, tuz

Yapılışı:
Haşlanmış ve soğumuş mercimek ve buğday salata kasesine alınır. İnce doğranmış yeşillikler ve domates ilave edilir. Nar ekşisi, tuz ve zeytinyağıyla tatlandırılır.

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Bir İstanbul Gezisi

Tatilden dönüşümüz 15 gün olmadan kısa süreli bir İstanbul gezi fırsatı çıktı. Eşimin işi vardı bende bir gün izin alarak ona eşlik ettim. Ağustos sıcağında biraz zorlu oldu ama gezmek her şeyden güzel...

Seyahatimize bizim için bir klasik olan trenle başladık. Perşembe / Fatih ekspresi 23:15 Ankara'dan Haydarpaşa'ya. Cuma / Haydarpaşa'ya 7:30 gibi varması gereken tren tüm hat boyunca o kadar çok yerde durdu ki 9:00 gibi ancak varabildik. Haydarpaşa'dan genelde klasik vapurlarla Karaköy'e geçeriz ama bu sefer Turyol'un kilerle geçtik. İyi kide böyle yapmışız çünkü Turyol iskelesi Tünel'e daha yakın. Elinizde yükünüz olunca bu ayrıntı önem kazanıyor.

Tünel ile İstiklale çıktık. İstiklal'de Tünele en yakın Starbucks da kahvaltımızı ettik. Eşyalarımızı bırakmak için otele gittik. Beyoğlu Öğretmen evinde yer olmadığından Booking.com dan Tulip City Taksim adında bir otelden yer ayırtmıştım. Otelin adından taksim de olduğunu zannedebilirsiniz ancak otel Meşrutiyet Caddesinde tam da Öğretmen evinin karşı çaprazında bulunuyor. Otelin fotoğraflarına bakınca insan biraz tedirgin oluyor ama gidince anlıyorsunuz ki tedirgin olacak bir durum yok. Gayet düzgün bir otel. Arka sokaktaki bar ve diskolardan gece geç saatlere kadar bir miktar müzik sesi geliyor ama bu bölgede gürültüsüz bir otel bulmak mümkün değil. Odalar buralardaki otellerin çoğunda olduğu gibi küçük ama ihtiyacınız olan her şey mevcut yalnız tuvaletin havalandırması konusunda biraz daha çalışılması lazım.

Bu kadar otel tanıtımından sonra... eşyaları otele bıraktık ve İstiklal turuna çıktık. Bir ucundan öbür ucuna kitapçıları dükkanları gezdik. Starbucks da küçük bir moladan sonra Mc Donalds da karnımızı doyurduk ve odamıza yerleşmek için otele gittik. Odamıza yerleşip üstümüzü değiştirip tekrar yollara düştük. Eşim'in işi metronun gayrettepe durağındaydı bende onu beklerken levent durağında inip Metrocity'e gittim. Aslında Kanyon'a gitmeyi planlamıştım ancak metrodan çıkınca yüzüme çarpan sıcaklık beni Metrocity'nin içine attı. 1-1,5 saat sonra eşim de bana katıldı. Yine Starbucks da küçük bir moladan sonra dinlenmek için otele geri döndük.

Saat 19:30 a kadar otelde dinlendikten sonra tekrar İstiklal'e çıktık. Geze geze balık pazarına gittik. Şampiyon da ekmek arası midye yedik. Yemek sonrası Taksime çıktık. Park da kurulmuş olan el sanatları sergisini gezdik. Dönerken tekrar Şampiyona uğrayıp bu sefer kokoreç yedik. Otele vardığımızda hiçbirşey için halimiz kalmamıştı. Deliksiz bir uyku çektik.

Cumartesi / Otelde kahvaltımızı ettikten sonra önce Tünel sonra Tramvay ile Kapalı Çarşıya gittik.


Daha önceki gezimizde tam anlamıyla gezemediğimiz çarşıyı bu sefer ağır ağır tadını çıkartarak gezdik. Sıkılınca Çarşının Nuru Osmaniye kapısından çıkıp Cami'nin yanından Nuru Osmaniye Caddesinde yürümeye başladık. Bu arada Nuru Osmaniye Camisi restorasyon çalışmaları nedeniyle kocaman plakalarla neredeyse tamamen kaplanmış durumda, Camiyi görmek imkansız. Kapalı çarşı gezisi ve sıcak bizi perişan etmişken karşımıza tanıdık bir yüz Starbucks çıktı. Yine küçük bir moladan sonra Yerebatan Sarnıcı hizasından tramvay yoluna çıktık. Tramvay yolunu izleyerek Sirkeciye kadar indik.

Yolda Hayyam pasajına uğradık. Hayyam pasajı 2.el fotoğraf makineleri ve aksesuarları satılan bir pasaj, burası eşimin ilgi alanına giriyor. Pasaj gezisinden sonra daha önce görmediğimiz Mısır Çarşısına gittik. Kapalı çarşıdan satılan ürünler açısından pek bir farkı olmayan mısır çarşısı turundan sonra Yeni Camii önündeki tramvay alt geçidinden Eminönü'ndeki İskelelere çıktık. Buradaki amacımız bu gece yapmayı planladığımız Mehtap turu hakkında bilgi edinmekti. Yanlış iskeleden de olsa bilgi edindik, görevli bize saatinde gelince binersiniz problem olmaz dedi. Gerekli bilgiyi edindikten sonra biraz dinlenmek ve karnımızı doyurmak için Sirkeciye geri döndük. Molayı mısır çarşısına giderken önünden geçtiğimiz Köfteci Ramiz de verdik. Yemeği yedikten sonra bir ağırlık çöktü akşam ki mehtap turuna kadar dinlenmek için otelin yolunu tuttuk.

Otelde iyice dinlendikten sonra saat 18:00 gibi İstiklale çıktık Mehtap gezisinde yemek problemi olmasın diye BBQ Chicken'da karnımızı doyurduk. Tünel ve Tramvay ile Eminönü Boğaz İskelesine ulaştık. Saatinden 15 dakika önce gelmiş olmamıza rağmen iskele dehşetti. Acayip kalabalıktı. Vapur Bostancı, Moda ve Kadıköy'e uğrayıp sonra Eminönü'ne geliyormuş. Yani anlayacağınız vapurda dolu geldi. Açık hiç bir yerde yer yoktu. Kapalı kısımlar kalmıştı. Neyse kaderimizi küsecek halimiz yok, bu arada adam başı 20 TL vermişiz mutsuz olamayız. Kapalı kısımda da olsa açılabilir bir pencere önü bulup oturduk.


Vapur Eminönü'nden sonra Üsküdar, Beşiktaş, Ortaköy ve Çengelköy'den yolcu alıyor ve önce Rumeli Kavağına sonrada Anadolu kavağına gidiyor. Anadolu Kavağında 1 saat mola veriyor.


İster Rumeli ister Anadolu Kavağında inip balıkçılarda yemek yiyebilirsiniz. Tabii biraz hızlı olmalısınız. Biz şahsen önceden yemek yediğimiz için inmedik. Vapurun üst katında açık alanda yer kaptık. Dönüşte rüzgar esintisinde açık havada daha güzel bir manzarada geldik. 23:00 gibi Ortaköy'de kendimizi vapurdan attık. Gezi güzelde biraz uzun sürüyor. 19:15-23:00 hatta Eminönü'nde insek 23:30 hatta ve hatta Bostancı'dan binip orada inecek olsan 18:10-0:35 6,5 saat.

Ortaköy'de hayat daha yeni başlıyordu. Kafelerden birinde oturup bir şeyler içtik, ara sokaklardaki tezgahları gezdik. Tüm günün yorgunluğu üzerimize çökmeden caddeye çıkıp taksi aramaya başladık. Bir an için keşke burada inmeseydik diye düşündük tam pes etmek üzereyken taksiyi bulduk. Beşiktaş'a kadar acayip bir trafik vardı ama sonunda otele geri döndük. İnsan o kadar yorgun olunca acaba yatağa ulaşabilecek miyim diye düşünmeye başlıyor :)

Pazar / Güne eşyalarımızı toplamayla başladık. Kahvaltımızı ettikten sonra eşyalarımızı otelin emanetine bırakıp check out yaptık. Yine Tünel, Tramvay ama ek olarak M1 metro hattıyla beraber Forum İstanbul'a gittik. Tramvaydan Yusufpaşa durağında inip Aksaray Metrosuna aktarma yapıyorsunuz ama aktarma biz Ankaralı'ların Ankaray-Metro aktarması gibi değil. Yusufpaşada inip 450m kadar bir mesafe yürüyerek Aksaray durağına ulaşıyorsunuz. Buna da şükür tabii :) Bu yolculuk tam 1 saat sürüyor ama Allah'tan Forum'un içine çıkıyor.


Saat 16:00 otobüsüyle Ankara'ya döneceğimiz için çok vaktimiz yoktu ama Turkuazoo'yu gezmeden gidemezdik. Biraz pahalı olmasına rağmen çok güzel bir yer ve bence gezilmeli.

Turkuazoo'dan sonra Decathlon ve İkea'yı gezdik. Öğlen yemeği olarak İsveç Köftelerimizi yedik. Forum İstanbul'un geri kalan kısımlarını pek gezemedik ama zannımca Türkiye deki tüm ünlü markaların mağazaları mevcut. Forumun tamamını gezmek en az bir gün sürer.

Saat 14:00 gibi dönüş yolculuğuna başladık aynı yolla Metro, Tramvay ve Tünelle İstiklale ulaştık. Simit sarayında limonata molası verdikten sonra otelden eşyalarımızı alıp İstiklal caddesinden Gümüşsuyu'ndaki otobüs servis noktasına ulaştık. 16:20 gibi de İstanbul'dan Ankara'ya bu sefer otobüsle dönüş yolculuğumuz başladı. Saat 22:00 gibi de Söğütözü'ndeydik.

29 Temmuz 2010 Perşembe

Tatil Dönüşü

Evveeet tatilden döndük... Bakalım neler yapmışız...
Pazar sabahı 6 civarlarında yola çıktık. Tekirova'ya varmamız 7.30 saatimizi aldı. 13.30 gibi oteldeydik. Bizi önce öğle yemeğine aldılar (oda tam hazır değildi). Yemek dönüşü odamıza yerleştik. Oda; otel ana binasından ayrı iki katlı bir villa/apartman gibi havuz başında bir binadaydı.


Üzerimizi değiştirip hemen kendimizi denize attık. Ultra Herşey Dahil sisteminde hizmet veriyorlar. Bu ne demek 24 saat yemek yenilecek!!. Tabii yemekler yenilecek gibiyse... Çokca Otel tecrübesi olan biri olarak Queens Parkı kesinlikle tavsiye ederim. Şefleri kimse kendisini tebrik ediyorum, bir tane yemekleri boş çıkmadı. Cuma akşamı türk gecesiydi, çiğ köfte ve künefe bile başarılıydı.

Genel olarak aynı rutinde geçti tatil, sabah biraz erken kalktık 7,30 gibi 8,00 de denize girdik. sonra kahvaltı tekrar deniz öğlenleri snack bar'da takıldık. Ağaç altı serin bir masa bulduk. Menüde Salata, Pide, Pizza, Makarna, Patates kızartması, Hamburger ve Karpuz vardı. 15,30 da dondurma servisi başlıyordu dondurmamızı yiyip tekrar plaja gidiyorduk. genelde 12,30-16,00 arasını snack barda yemek,kitap ve oyun la geçirdik. 17,00 e kadar deniz + havuz yapıp, odanın yolunu tutuyorduk. Duş alıp biraz uyku derken saat 20,00 oluyordu giyinip yemeğe gidiyorduk. Yemekten sonrada havuz başındaki barda bir şeyler içip saat çok geç olmadan odamıza çekiliyorduk.

Otelde animasyon elbette mevcuttu ancak bizim halimiz yoktu. Bir gece Salsa Grubu getirdiler bir tek onları seyrettik.

Gitmeden önce tekne turu yapmak benim kafamdaydı ancak eşim pek düşünmüyordu. Otele gidince gördük ki otelin kendine ait teknesi mevcut. Çarşamba günü yapılan Olimpos turuna bizde katıldık. Turun ilk durağı Tekirova'nın karşısındaki 3 adalar.


Yarım saatlik yüzme molasından sonra Olimpos'a gidiliyor. Antik kentin yakınına kadar tekneyle yanaşılıyor.


Teknenin küçük botuyla çantalar alınıp sahile çıkılıyor. Antik kenti gezmek 3 TL. Teknede çalışanlardan biri rehberlik ediyor. Tamamını gezemedik belki ama en önemli kısımlarını gördüğümüzü zannediyorum. Mozaikli yapı,


Tiyatro, Roma Hamamı, bir kaç mezar....


Antik kent turu sonunda botla tekrar tekneye dönülüyor. Denize giriliyor. Tekne yavaş yavaş yol almaya başlayınca küçük açık büfede açılıyor. Menüde Balık, Mücver, Makarna, patatesli tavuk yemeği ve salata var. Menünün tamamı güzeldi ancak Mücver muhteşemdi. Yemekten sonra maden koyuna geldik. Maden koyunda karetta karettaları seyrettikten sonra Kleopatra koyuna devam ettik. Buraya neden kleopatra koyu dediklerini fotoğraftan anlayabilirsiniz.


Burada verdiğimiz yüzme molasından sonra gezimiz otelin iskelesinde son buluyor. Tatilin tamamı ise 7,30 saatlik Antalya-Ankara yolculuğu ve arada Afyonda verilen Kaymaklı ekmek kadayıfı molasıyla son buluyor.

16 Temmuz 2010 Cuma

Tatil Zamanı

Sonunda tatil zamanı geldi...

Tüm senenin yorgunluğunu atmaya yetecek bir süre olmasa da 6 günü 6 ay gibi geçirmeye çalışacağım. Benim kaderim masa başında yaşamak. Kim bir yere gitmek istese beni arıyor. Otel rezervasyonu, Uçak bileti vs... Henüz Antalya'nın 5 yıldızlı otelleri haricinde kendime bir tur hazırlayabilmiş değilim. Doğru olmadı. Ne turlar hazırlıyorum ama gerçekleştiremiyorum.

Neyse biraz içimi döktükten sonra sadede gelirsek yine bir Antalya gezisi olacak. Kemer Tekirova Queens Park Resort Herşey dahil 6 gece konaklama. Pazar sabahı yola Ankara'dan çıkıp Otele, Cumartesi sabahı Otelden çıkıp Ankara'ya. Bayağı bir program... Afyon'da hem gidişte hem dönüşte yenecek olan kaymaklı ekmek kadayıfını söylemeyi unuttum ... :)

Umarım 6 günde 6 aylık dinlenebilirim. Dönüşte yukarda yazdığım programın dışında birşeyler olmuş olursa size de bilgi vereceğim merak etmeyin. :)

15 Temmuz 2010 Perşembe

Kızlar Beyrut'ta

Kız kardeşim İngilizce pratiği yapmaya Londra'ya gitmeyi düşünürken kendini bir anda Beyrut'ta buldu.

Nasıl mı?

Bir arkadaşı staj yapmaya Beyrut'a gidiyordu, "Beyrut'ta iyi bir Amerikan Üniversitesi var orada kursa gidebilirsin" denilince, kardeşimin de aklına yattı. Bizim aile onların aile hatta neredeyse bütün mahalle 8 kişi arabaya doluşup hemde kara yoluyla geze geze 2 günde Beyrut'a vardılar. Ama anlatması benden bu kadar merak ettiğiniz bir şey varsa bu linkden maceranın devamını takip edebilirsiniz.

12 Mayıs 2010 Çarşamba

Artık bir iç organım eksik

Allah daha kötüsünü göstermesin, geçen hafta Safra Kesesi ameliyatı oldum. Bir senedir önceleri 4-5 ayda bir son iki aydır da neredeyse gün aşırı geceleri atak geçiriyordum. Akşam yemeğinden sonra özellikle ağır ve çok yemek yedikten sonra 2-3 saat süren sırtta başlayan böbrekler/bel kısmında ağrı, sancı; mide de gaz ve ağrısıyla devam eden ve en sonunda yediğim her şeyi çıkartarak normale döndüğüm bir atak. Son bir hafta içinde göz bebeklerimde sararma da olunca artık buna bir son vermem gerektiği kafama dank etti ve doktora gittim.

Doktor muayene ettikten ve yukarıdaki hikayeyi dinledikten sonra hiç ikilemeden safra kesenizde çok büyük bir ihtimalle küçük taşlar var ve siz pankreatit geçirmeden safra kesenizi almamız gerekecek dedi. Bir kaç kan testi ultrason ve MR dan sonra milimetrik ebatta bolca taşımın olduğu kesinleşti. Bir iki hafta hastanede yatak sırası bekledikten sonra 06.05.2010 da ameliyat oldum.

Ameliyat düşüncesi insanı biraz tedirgin etse de prosedürler başladıktan sonra hasta için rahat geçiyor. Meraklı gözlerle ameliyathaneyi incelerken damar yolunuza yapılan bir iğneyi ve uyandığınız anı hatırlıyorsunuz. Gerisi büyük bir boşluk. Amaç da bu zaten. Ama ameliyathanenin kapısında bekleyenler için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.

Ameliyat sonrası sizi odanıza yatağınıza yatırıyorlar, o kadar çok ağrı kesici var ki kanınızda, narkozda hala vücudunuz dayken hiç acı yok. Ama 1-2 saat içinde vücudunuz narkozu atmaya başladığında kendinizi yaratık zannediyorsunuz. Yeşil ve iğrenç kokulu bir sıvı kusmaya başlıyorsunuz, kusmak için çıkardığınız seslerde koku kadar insanları etrafınızdan uzaklaştırıyor. Ama buda o an için size uzun gelse de 2-3 saati geçmiyor.

Gece yarım yamalak uyumayla her saat başı damarınızdan verilen serum nedeniyle tuvalete gitmenizle geçiyor. Sabah nihayet serumdan kurtulup kahvaltı edebiliyorsunuz. Sabah birkaç grup doktorun vizitesini geçirdikten sonra nihayet taburcu kararı çıkıyor. Refakatçileriniz tarafından evrak işleri tamamlanırken güzel bir doktor direni sökmeye geliyor. Ama işte bu direnin çıkarılması var ya ameliyattan bile zor geliyor. İçinizden midenizin falan oralardan bir yılanı çıkarıyormuş gibi hissediyorsunuz. Hani arabayla yolda giderken düzgün olmayan yollarda araba bir yükselir bir alçalır, bir an içiniz gıcıklanır ya işte onun bir kaç saniye daha uzun sürdüğünü düşünün. Aslında tabii ki saniyeler sürüyor ama size dakikalar gibi geliyor.

Sonra hastaneyle işleriniz bitince arabanıza binip evinize gidiyorsunuz ve bundan sonrası geçmiş olsun ziyaretçileri ile geçiyor... (Beni unutmayıp ziyaretime gelen telefon eden herkese teşekkür ediyorum.) Dikişlerin iyileşip sizi rahatsız etmez hala gelmesi 1 ayı buluyor. Birinci haftanın sonunda normal yemek yemeğe dönüyorsunuz ancak sizi neyin rahatsız ettiğini bulup onu yememeyi öğrenmeniz biraz daha zaman alacak diye düşünüyorum. Hayatta her şey insanlar için en başta dediğim gibi Allah daha büyük dert vermesin başımızdan eksik olmasınlar ama hastanelere doktorlara muhtaçta etmesin.

13 Mart 2010 Cumartesi

Bir ikea yolculuğu

Ankara'da yaşamanın bir çok talihsizliğinden biri de henüz İkea mağazası açılmamış olması. Mecburen en yakın İkea mağazası olan İstanbul-Ümraniye'ye gidiyorsunuz. Sabah 6 sularında yola çıkıyorsunuz saat 10.30-11.00 gibi mağazanın kapasında oluyorsunuz.

Her zamanki gibi önce üst kat geziliyor. Restoranda yemek molası verilip isveç köfteleri mideye indirilip enerji toplandıktan sonra alt kata asıl alışveriş kısmına geliniyor. Bizim gibi uzaklardan geldiyseniz ve çevrenizde İkea'ya gideceğinizi biliyorsa bir anda cep telefonunuza sms ler gelmeye başlıyor. ürün kodları, adetler... tam işiniz bitmişken tekrar geri dönüyorsunuz. Gelecek seferler için kataloglar alınıyor. Biri yük ikisi normal sepetlerden 3 sepeti kasadan geçirip torbalamak da baya vakit alıyor. Ama bitti sanmayın. Kasalardan hemen sonra markete geliniyor, sırada market alışverişi var. Malum yol uzun biraz kurabiye, biraz çikolata ev için hardal, reçel alınıyor. Sonunda binanın dışına çıkıldığında sıra aldıklarımızı arabaya yerleştirmeye geliyor. Allah'tan araba büyükte pek sıkıntı yaşamıyoruz. Saate bakıyoruz 16.00


Saat 20.30 sularında Ankara'ya varıyoruz. Macera bitti sanıyorsanız yanılıyorsunuz önce eşyaların eve taşınması var. Bir elin nesi var iki elin sesi var hesabı kalabalık ve asansör yardımıyla eşyalar bir çırpıda antreye tıkılıyor. Soluklanmadan eşyalar kategorilerine göre odalara mutfağa dağıtılıyor. Sıra büyük parçalara geliyor. Antrede paket açılıyor ve ...

Aman tanrım kırık-çatlak... Tarif edemem insanın başından kaynar sular dökülüyor. Ama paniğe gerek yok. Müşteri hizmetleri aranıyor, ürünün fotoğrafları faturası mail atılıyor. Sabah'da ürün kargoyla İstanbul'a gönderiliyor. Birkaç gün sonrada İkea ürünün kontrol edilmiş bir yenisini ekstra hiçbir şey talep etmeden adresinize gönderiyor. Mutlu Son...